- Ehl-i dili anlamaz rezil olan
Anlasın maksadı ehl-i dil olan
Abdurrahim Karakoç
Açıklama
- Gülü tarife ne hâcet ne çiçektir biliriz
Hârı tarife ne hacet ne eşektir biliriz
Açıklama
- Susuz değirmenlerin ne ile döner çarkı
Kerem etmeyen beyin fakirden nedir farkı
Açıklama
- Kula bela gelmez, Hak yazmayınca
Hak bela vermez, kul azmayınca.
Açıklama
- Mukteza-yı hükm-i kânûn-ı tabiat böyledir
Düşmek üzre yıldırım ekser mualla tâk arar
Çok mu nâmerdin felaketten selamet bulması
Herkese gelmez bela, erbâb-ı istihkâk arar.
Açıklama
Şâir Eşref
- Doğru söylerim halk razı değil
Eğri söylerim Hak razı değil.
Açıklama
- Muini zâlimin dünyada erbab-ı dena'ettir
Köpektir zevk alan sayyâd-i bî-insafa hizmetten
Açıklama
Nâmık Kemal
- Nev-i insan sevdiği bir şeyi daim zikreder
Ol sebepten kim fem-i rindandan dem düşmüyor
Pek muhabbet eylemiş Mevlâ mubarek eylesin
Vâizin kürsüde ağzından Cehennem düşmüyor.
Açıklama
Şâir Eşref
- Vakt-i istibdatta söz söylemek memnu idi
Ağlatırdı ağzını açsan hükümet ma'nânı!
Devr-i hürriyetteyiz şimdi değişti kaide
Söyletirler evvela sonra .....ler ananı!
Açıklama
Şâir Eşref
- Her biri hâlince icrâ-yı mezalim etmede
Görse bir memuru insan, şakî zannediyor
Eyleme beyhude ey bîçâre feryâd u figân
Ah-ı mazlumu hükümet mûsikî zanneyliyor.
Açıklama
Şâir Eşref
- Niyeti halis olunca kişinin
Hayrolur akibeti her işinin
Açıklama
Şâir Eşref
- Büyüklerce cihanda âciz aldatmak dirâyettir
Yalan söz söylemek onlarca güya bir zerâfettir
Küçüklerden südûr etse fakat bunlar cinâyettir
Büyüklük, seyyiâtı setr için astara dönmüştür.
Açıklama
Şâir Eşref
- Gınâ-i kalbe sebep, devlet-i kanaat imiş
Cihanda cây-i sefa, kûşe-i ferâgat imiş
Açıklama
Fitnat Hanım
- Dediler Cehennem'de odun bulunmaz
Yolcu yakacağını kendi götürür.
Anladım Cennet'e giden de buradan
Gülünü, zambağını kendi götürür.
Açıklama
Arif Nihat ASYA
- Dâr-ı dünya, ey birader, köhne mihmanhânedir.
Dil veren vîrâneye, uslu değil divânedir.
Bir mukîm kimse bulunmaz hâne-i eflâkde,
Cümle halk ehl-i sefer, âlem misafirhânedir.
Açıklama
Ahmed Celaleddin Dede
- Bin yıl yaşasak yine cihân bu
Gerdiş bu, zemin bu, âsümân bu
Açıklama
- Çalışsa bin sene bülbül gibi karga, fasih olmaz.
Balonla asumana çıksa bir adam, mesih olmaz.
Müebbettir, silinmez nakş-ı te'siratı vicdanın
Beraat etse de mücrim, derûnu müsterih olmaz.
Açıklama
Şâir Eşref
- Altın da bir pula olur mu kâbil
Ehli ile konuş olasın ehil
Cahille konuşma olursun câhil
Kişi ayarından düşer mi düşer
Açıklama
Pir Sultan Abdal
- Meyleyleme ol yâre ki ağyâr eli değmiş
Efsürde olan gülde, letâfet bulunur mu?
Açıklama
Şeyhülislam Yahya
- Çektiğim cevr ü cefânın sebebinden sorma
Deme kim: -Bâd-ı havâ menkabe dellâlı budur
Hapis ile, nefyile, işkence ile ömrü geçer
İşte Türkiye'de şair olanın hâli budur.
Açıklama
Şâir Eşref
- Edebiyatta "dil" gönül anlamında kullanılmıştır. Bu sebeple beyitten şöyle bir anlam çıkar:
"Gönül ehlini reziller anlamaz, bizi ancak gönül ehli olan, yüreği bizim gibi atanlar anlar."
Defterin başındaki bu beyit boşuna seçilmedi.
- Hâr diken anlamına geliyor. Diken ve gülde elbette mecaz anlam var. Biz en kısa yoldan bu mecazların "güzellikler" ile ona engel olmaya çalışan "olumsuzluklar" olduğunu söyleyelim.
Şair, "Her güzel işe engel olmak isteyen birileri vardır, çıkabilir fakat; biz moralimizi bozmayız, hedefe ulaşmaya çalışırız çünkü; her ikisini de çok iyi tanırız." diyor.
Eh üstad, senden de bu beklenirdi doğrusu.
- Şair, suyu olmayan değirmenler nasıl işe yaramazsa, iyilik -kerem- yapmayan zenginlerin de işe yaramadığını, fakirden farkının kalmadığını söylüyor. Sadece kendisi için yaşayan, insanlar çöplükten ekmek toplarken, sürekli daha iyisi benim olsun diye ömür tüketenler aslında fakir değil de ne? Yığdıklarının hepsini burada bırakıp, üstüne sadece bir bez parçası alıp bu dünyadan çekip gitmeyecek mı?
- Şair, İnasanların başına belanın ancak Allah isterse gelebileceğini söylüyor ve ardından da; insan azmadıkça -kaşınmadıkça- Allah'ın ona bela vermeyeceğini söylüyor.
- Bir önceki beyite anlam bakımından çok benzeyen bir kıta. Şair: "Tabiat kanununun hükmünün gereği olarak yıldırım, düşmek için uygun yer arar. Bu sebeple, mert olmayanların felaketten kurtulmaları pek görülmüş değildir. Bela herkese gelmez, onu hak etmiş olanı arar." diyor.
- Anlaşılan, şair aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık denen bir pozisyonda kalakalmış. Doğru söylese halkı karşısına alacak, yalan söylese Allah'a hesap vermek zorunda kalacak.
- Namık Kemal bu beyitte: "Dünyada zalimin yardımcısı, ancak alçak insanlardır." dedikten sonra, "zalimi, insafsız avcıya; ona hizmet eden yardımcılarını da köpeğe" benzetiyor.
Bu güzel beyit ders kitaplarının arasına sıkışıp kalmıştı en son gördüğümde. Fakat, böyle bir beyitin, içinde bulunduğumuz zaman diliminde hiç tekrar edilmiyor olması, dillerde dolaşmaması, onun artık hiç anlaşılamadığının ya da insafsız avcıya hizmet eden köpeklerin su başlarını tamamen tuttuğunun göstergesi olsa gerek.
- Şair, burada vaizlere yükleniyor, alaycı bir dille onları uyarıyor. Diyor ki: "İnsan sevdiği bir şeyi daima zikreder. Bu sebeple, Allah mubarek etsin, pek sevmiş olmalı ki, kürsüde vaizin ağzından bir an cehennem kelimesi düşmüyor." Şair, vaizlerin hep Cehennem'den, orasının ne kadar dehşet verici bir yer olduğundan bahsederek korkutmamalarını, kimi zaman da Cennet'ten ve orasının güzelliklerinden bahsederek ahireti insanlara sevdirmelerini istiyor.
- Şair Eşref, burada baskıcı yönetimi yeriyor. Ve içinde bulunduğu dönemi Abdülhamit dönemi ile kıyaslıyor. Şiirinde: "Abdülhamit döneminde söz söylemek yasaktı, söz söylesen; o kelimenin altından bin türlü anlam çıkararak ananı ağlatırlardı. Ama o günler geçti, Artık hürriyet devrindeyiz. Bu sebeple önce konuştururlar, sonra icabına bakarlar." diyor. Aradan yaklaşık yüz yıl geçmesine rağmen, günümüzde değişen pek birşey olmadığını görmek ilginç değil mi?
- Bu şiiri ilk okuduğumda yazanın günümüz şairlerinden biri olduğunu düşünmüştüm. Ama bu şiirin 1800'lü yılların sonunda yazıldığını öğrenince de epey şaşırmıştım. Demek o günden bugüne değişen yine birşey yoktu ne yazık ki. Ya da döne döne aynı macerayı yaşamış ve yine olduğumuz yere geri dönmüştük. Allah sonumuzu hayreyleye demekten başka birşey elimizden gelmiyor şimdilik.
Şiirde: "Her gelen iktidar kendince memura bir zulüm uyguluyor ve bu sebeple memurun görüntüsü o kadar acıklı ki onu gören birisi yol kesen bir eşkiya zannediyor. Ey memur boşuna ah vah etme çünkü çıkardığın bu sesleri de hükümet müzik zannediyor." denerek memurun hali tasvir ediliyor.
Yani şu dörtlüğe daha ne denir ne eklenir ki?
- Kişi, yaptığı işte art niyet gözetmeden çalışırsa, o işte mutlaka başarıya ulaşır, işinin sonunda hayırlarla karşılaşır.
- Bu şiirde bugün kullanımdan düşmüş birkaç kelime var onları verelim önce:
cihân: dünya
âciz: elinden birşey gelmeyen
dirâyet: zekâ, hüner, bilgi
zerâfet: incelik
südûr etmek: ortaya çıkma, meydana gelme
seyyiât: günahlar, yanlışlar
setr: örtme
Sanki, şair yine günümüzü resmediyor: "Büyüklerin, kendinden küçükleri aldatması âdeta bir hüner, yeri geldiğinde ise yalan söylemesi bir inceliktir. Ama bu tür davranışları, makam ve mevkisi olmayan insanlar yaparsa, bunlar birer cinayet olarak lanse edilir."
Fazla söze gerek yok herhalde.
- Önce kelimeler:
gınâ: zenginlik
cây: yer
ferâgat: tokgözlülük
devlet: (mec.) zenginlik, servet
Şair, mal toplama sevdasına düşmüş, onda var niye bende yok düşüncesi içinde kavrulmuş insanlar için, makbule geçecek bir öğüt veriyor: " Kalp zenginliğine sebep, elindekiyle yetinme servetiymiş; dünyada mutluluk yeri de tokgözlülük köşesi imiş.
- Şaire, " 'Cehennem'de odun bulunmaz, kişi kendini yakacak odunu buradan götürür.' " demişler. Şair önce bunu anlamamış fakat biraz düşününce, Cennet'e de gitmek isterse gülünü ve zambağını da kendi götürebileceğini anlamış.
Günah ve sevap kazanarak kişinin ahiretini hazırlayacağını anlatan çarpıcı bir kıta.
- Kelimeler:
dâr: dünya
köhne: eski
mihmânhâne: otel, misafirhane
vîrâne: yıkılmaya yüz tutmuş yer, yapı
dîvâne: deli
mukîm: bir yerde oturan
hâne-i eflâk: felekler evi, dünya
ehl-i sefer: yolcu
Ey kardeşim, diyor şair. Bu dünya eski bir oteldir. Bu eski oteli seven, bu otele gönül bağlayan, ancak deli olabilir. Çünkü bu dünya içinde arasan, sürekli oturan birini bulamazsın. Öteden beri, yaşayan halk yolcu, dünya da daima bir konuk evi olmuştur.
- Gerdiş: "feleğin dönüşü", âsümân ise gök anlamına gelmekte.
Şair: "Bu dünyada bin yıl yaşasak da dünya, feleğin dönüşü, yer, gök ve sema aynı kalacaktır." diyor ve ardından da âdeta soruyor: "O zaman çok yaşamak için bu kadar emek harcaman niye? Nasılsa evrende değişen bir şey yok!
- Karga bin sene uğraşsa, o kulak tırmalayıcı sesinden kurtulamaz, açık ve anlaşılır konuşamaz. Aynı şekilde, insanlar balona binip göğe çıksa, Hz. İsa olamaz. Yani insanlar birşeyler yapmaya çalışır ama bu yaptıkları kendi yetenek ve kabiliyetleriyle sınırlıdır. İşte, vicdanı etkileyen izler de gelip geçici değildir, kalıcıdır. Çünkü vicdanın kabiliyetinin gereği budur. Bu sebeple insanlar mahkemelerden kurtulsa da vicdanlarındaki rahatsızlığı ömür boyu taşırlar.
- Altını değersiz birşeyle değiştirmek nasıl kabul edilemezse, sen de seviyene uygun olanlarla konuş ki maharet sahibi olduğun kavransın. Sakın bilgisiz, görgüsüz, cahil kişilerle muhatap olma yoksa, sen de ayarından düşer, cahil insan konumuna düşersin. Çünkü bu tip insanları muhatap almak da bir cehalettir.
- Ağyâr, yabancı; efsürde, pörsümüş anlamına geliyor.
Şiirde, "Yabancıların eli değmiş sevgiliye gönül verme çünkü, pörsümüş, elden ele gezmiş gülde güzellik, incelik olmaz." diyor şair.
Arkadaşlık ya da birbirini tanıma adı altında her türlü numarayı deneyen ardından da "Anlaşamadık, şekerim!" deyip, başka maceralar peşine düşen insanların dünyasına ne kadar yabancı değil mi?
- Çektiğim eziyet ve sıkıntının sebebini sorma. Fakat bana da 'bedava hikâyelerin satıcısı' deme. Çünkü Türkiye'de şair olanın hâli budur ki onların ömrü hapisle, sürgünle, işkenceyle geçer.
Bu şaire herhalde şöyle demek gerek: "Kardeşim, o zaman sen de suya sabuna dokunma, aşk şiiri yaz, aşk şiiri!"
Lâedrî, Arapça bir kelimedir. Sözlükte, "bilmem, bilinmez, bilinmiyor" gibi anlamlara gelse de ıstılah (terim) manası "Yazanı belli değil." demektir. Artık şairleri unutulup darb-ı mesel (atasözü) olmuşlardır. Daha doğrusu, şiirin gücü asırları kuşatırken şairi -biraz da kültür kopukluğundan - unutulup gitmiş olur ve lâedri diye anılmaya başlanır. Bu beyitlerin pek çoğu hattatlar tarafından muhtelif istiflerle levhalar hâlinde yazılmış olup asırlar boyunca evlerin, mabetlerin ve resmî mekânların duvarlarını süsleyip durmuşlardır. (İskender Pala)