1. Ehl-i dili anlamaz rezil olan
    Anlasın maksadı ehl-i dil olan
          Abdurrahim Karakoç

    Açıklama


  2. Gülü tarife ne hâcet ne çiçektir biliriz
    Hârı tarife ne hacet ne eşektir biliriz

    Açıklama


  3. Susuz değirmenlerin ne ile döner çarkı
    Kerem etmeyen beyin fakirden nedir farkı
    Açıklama


  4. Kula bela gelmez, Hak yazmayınca
    Hak bela vermez, kul azmayınca.
    Açıklama


  5. Mukteza-yı hükm-i kânûn-ı tabiat böyledir
    Düşmek üzre yıldırım ekser mualla tâk arar
    Çok mu nâmerdin felaketten selamet bulması
    Herkese gelmez bela, erbâb-ı istihkâk arar.
                Şâir Eşref
    Açıklama


  6. Doğru söylerim halk razı değil
    Eğri söylerim Hak razı değil.
    Açıklama


  7. Muini zâlimin dünyada erbab-ı dena'ettir
    Köpektir zevk alan sayyâd-i bî-insafa hizmetten
                Nâmık Kemal
    Açıklama


  8. Nev-i insan sevdiği bir şeyi daim zikreder
    Ol sebepten kim fem-i rindandan dem düşmüyor
    Pek muhabbet eylemiş Mevlâ mubarek eylesin
    Vâizin kürsüde ağzından Cehennem düşmüyor.
                Şâir Eşref
    Açıklama


  9. Vakt-i istibdatta söz söylemek memnu idi
    Ağlatırdı ağzını açsan hükümet ma'nânı!
    Devr-i hürriyetteyiz şimdi değişti kaide
    Söyletirler evvela sonra .....ler ananı!
              Şâir Eşref
    Açıklama


  10. Her biri hâlince icrâ-yı mezalim etmede
    Görse bir memuru insan, şakî zannediyor
    Eyleme beyhude ey bîçâre feryâd u figân
    Ah-ı mazlumu hükümet mûsikî zanneyliyor.
                Şâir Eşref
    Açıklama


  11. Niyeti halis olunca kişinin
    Hayrolur akibeti her işinin
          Şâir Eşref
    Açıklama


  12. Büyüklerce cihanda âciz aldatmak dirâyettir
    Yalan söz söylemek onlarca güya bir zerâfettir
    Küçüklerden südûr etse fakat bunlar cinâyettir
    Büyüklük, seyyiâtı setr için astara dönmüştür.
                Şâir Eşref
    Açıklama


  13. Gınâ-i kalbe sebep, devlet-i kanaat imiş
    Cihanda cây-i sefa, kûşe-i ferâgat imiş
              Fitnat Hanım
    Açıklama


  14. Dediler Cehennem'de odun bulunmaz
    Yolcu yakacağını kendi götürür.
    Anladım Cennet'e giden de buradan
    Gülünü, zambağını kendi götürür.
            Arif Nihat ASYA
    Açıklama


  15. Dâr-ı dünya, ey birader, köhne mihmanhânedir.
    Dil veren vîrâneye, uslu değil divânedir.
    Bir mukîm kimse bulunmaz hâne-i eflâkde,
    Cümle halk ehl-i sefer, âlem misafirhânedir.
            Ahmed Celaleddin Dede
    Açıklama


  16. Bin yıl yaşasak yine cihân bu
    Gerdiş bu, zemin bu, âsümân bu
    Açıklama


  17. Çalışsa bin sene bülbül gibi karga, fasih olmaz.
    Balonla asumana çıksa bir adam, mesih olmaz.
    Müebbettir, silinmez nakş-ı te'siratı vicdanın
    Beraat etse de mücrim, derûnu müsterih olmaz.
                Şâir Eşref
    Açıklama


  18. Altın da bir pula olur mu kâbil
    Ehli ile konuş olasın ehil
    Cahille konuşma olursun câhil
    Kişi ayarından düşer mi düşer
          Pir Sultan Abdal
    Açıklama


  19. Meyleyleme ol yâre ki ağyâr eli değmiş
    Efsürde olan gülde, letâfet bulunur mu?
            Şeyhülislam Yahya
    Açıklama


  20. Çektiğim cevr ü cefânın sebebinden sorma
    Deme kim: -Bâd-ı havâ menkabe dellâlı budur
    Hapis ile, nefyile, işkence ile ömrü geçer
    İşte Türkiye'de şair olanın hâli budur.
                Şâir Eşref
    Açıklama















  1. Edebiyatta "dil" gönül anlamında kullanılmıştır. Bu sebeple beyitten şöyle bir anlam çıkar:
    "Gönül ehlini reziller anlamaz, bizi ancak gönül ehli olan, yüreği bizim gibi atanlar anlar."
    Defterin başındaki bu beyit boşuna seçilmedi.



  2. Hâr diken anlamına geliyor. Diken ve gülde elbette mecaz anlam var. Biz en kısa yoldan bu mecazların "güzellikler" ile ona engel olmaya çalışan "olumsuzluklar" olduğunu söyleyelim.

    Şair, "Her güzel işe engel olmak isteyen birileri vardır, çıkabilir fakat; biz moralimizi bozmayız, hedefe ulaşmaya çalışırız çünkü; her ikisini de çok iyi tanırız." diyor.
    Eh üstad, senden de bu beklenirdi doğrusu.



  3. Şair, suyu olmayan değirmenler nasıl işe yaramazsa, iyilik -kerem- yapmayan zenginlerin de işe yaramadığını, fakirden farkının kalmadığını söylüyor. Sadece kendisi için yaşayan, insanlar çöplükten ekmek toplarken, sürekli daha iyisi benim olsun diye ömür tüketenler aslında fakir değil de ne? Yığdıklarının hepsini burada bırakıp, üstüne sadece bir bez parçası alıp bu dünyadan çekip gitmeyecek mı?



  4. Şair, İnasanların başına belanın ancak Allah isterse gelebileceğini söylüyor ve ardından da; insan azmadıkça -kaşınmadıkça- Allah'ın ona bela vermeyeceğini söylüyor.



  5. Bir önceki beyite anlam bakımından çok benzeyen bir kıta. Şair: "Tabiat kanununun hükmünün gereği olarak yıldırım, düşmek için uygun yer arar. Bu sebeple, mert olmayanların felaketten kurtulmaları pek görülmüş değildir. Bela herkese gelmez, onu hak etmiş olanı arar." diyor.



  6. Anlaşılan, şair aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık denen bir pozisyonda kalakalmış. Doğru söylese halkı karşısına alacak, yalan söylese Allah'a hesap vermek zorunda kalacak.



  7. Namık Kemal bu beyitte: "Dünyada zalimin yardımcısı, ancak alçak insanlardır." dedikten sonra, "zalimi, insafsız avcıya; ona hizmet eden yardımcılarını da köpeğe" benzetiyor.
    Bu güzel beyit ders kitaplarının arasına sıkışıp kalmıştı en son gördüğümde. Fakat, böyle bir beyitin, içinde bulunduğumuz zaman diliminde hiç tekrar edilmiyor olması, dillerde dolaşmaması, onun artık hiç anlaşılamadığının ya da insafsız avcıya hizmet eden köpeklerin su başlarını tamamen tuttuğunun göstergesi olsa gerek.



  8. Şair, burada vaizlere yükleniyor, alaycı bir dille onları uyarıyor. Diyor ki: "İnsan sevdiği bir şeyi daima zikreder. Bu sebeple, Allah mubarek etsin, pek sevmiş olmalı ki, kürsüde vaizin ağzından bir an cehennem kelimesi düşmüyor." Şair, vaizlerin hep Cehennem'den, orasının ne kadar dehşet verici bir yer olduğundan bahsederek korkutmamalarını, kimi zaman da Cennet'ten ve orasının güzelliklerinden bahsederek ahireti insanlara sevdirmelerini istiyor.



  9. Şair Eşref, burada baskıcı yönetimi yeriyor. Ve içinde bulunduğu dönemi Abdülhamit dönemi ile kıyaslıyor. Şiirinde: "Abdülhamit döneminde söz söylemek yasaktı, söz söylesen; o kelimenin altından bin türlü anlam çıkararak ananı ağlatırlardı. Ama o günler geçti, Artık hürriyet devrindeyiz. Bu sebeple önce konuştururlar, sonra icabına bakarlar." diyor. Aradan yaklaşık yüz yıl geçmesine rağmen, günümüzde değişen pek birşey olmadığını görmek ilginç değil mi?



  10. Bu şiiri ilk okuduğumda yazanın günümüz şairlerinden biri olduğunu düşünmüştüm. Ama bu şiirin 1800'lü yılların sonunda yazıldığını öğrenince de epey şaşırmıştım. Demek o günden bugüne değişen yine birşey yoktu ne yazık ki. Ya da döne döne aynı macerayı yaşamış ve yine olduğumuz yere geri dönmüştük. Allah sonumuzu hayreyleye demekten başka birşey elimizden gelmiyor şimdilik.

    Şiirde: "Her gelen iktidar kendince memura bir zulüm uyguluyor ve bu sebeple memurun görüntüsü o kadar acıklı ki onu gören birisi yol kesen bir eşkiya zannediyor. Ey memur boşuna ah vah etme çünkü çıkardığın bu sesleri de hükümet müzik zannediyor." denerek memurun hali tasvir ediliyor.

    Yani şu dörtlüğe daha ne denir ne eklenir ki?



  11. Kişi, yaptığı işte art niyet gözetmeden çalışırsa, o işte mutlaka başarıya ulaşır, işinin sonunda hayırlarla karşılaşır.



  12. Bu şiirde bugün kullanımdan düşmüş birkaç kelime var onları verelim önce:
    cihân: dünya
    âciz: elinden birşey gelmeyen
    dirâyet: zekâ, hüner, bilgi
    zerâfet: incelik
    südûr etmek: ortaya çıkma, meydana gelme
    seyyiât: günahlar, yanlışlar
    setr: örtme
    Sanki, şair yine günümüzü resmediyor: "Büyüklerin, kendinden küçükleri aldatması âdeta bir hüner, yeri geldiğinde ise yalan söylemesi bir inceliktir. Ama bu tür davranışları, makam ve mevkisi olmayan insanlar yaparsa, bunlar birer cinayet olarak lanse edilir."
    Fazla söze gerek yok herhalde.



  13. Önce kelimeler:
    gınâ: zenginlik
    cây: yer
    ferâgat: tokgözlülük
    devlet: (mec.) zenginlik, servet

    Şair, mal toplama sevdasına düşmüş, onda var niye bende yok düşüncesi içinde kavrulmuş insanlar için, makbule geçecek bir öğüt veriyor: " Kalp zenginliğine sebep, elindekiyle yetinme servetiymiş; dünyada mutluluk yeri de tokgözlülük köşesi imiş.



  14. Şaire, " 'Cehennem'de odun bulunmaz, kişi kendini yakacak odunu buradan götürür.' " demişler. Şair önce bunu anlamamış fakat biraz düşününce, Cennet'e de gitmek isterse gülünü ve zambağını da kendi götürebileceğini anlamış.
    Günah ve sevap kazanarak kişinin ahiretini hazırlayacağını anlatan çarpıcı bir kıta.



  15. Kelimeler:
    dâr: dünya
    köhne: eski
    mihmânhâne: otel, misafirhane
    vîrâne: yıkılmaya yüz tutmuş yer, yapı
    dîvâne: deli
    mukîm: bir yerde oturan
    hâne-i eflâk: felekler evi, dünya
    ehl-i sefer: yolcu
    Ey kardeşim, diyor şair. Bu dünya eski bir oteldir. Bu eski oteli seven, bu otele gönül bağlayan, ancak deli olabilir. Çünkü bu dünya içinde arasan, sürekli oturan birini bulamazsın. Öteden beri, yaşayan halk yolcu, dünya da daima bir konuk evi olmuştur.



  16. Gerdiş: "feleğin dönüşü", âsümân ise gök anlamına gelmekte.
    Şair: "Bu dünyada bin yıl yaşasak da dünya, feleğin dönüşü, yer, gök ve sema aynı kalacaktır." diyor ve ardından da âdeta soruyor: "O zaman çok yaşamak için bu kadar emek harcaman niye? Nasılsa evrende değişen bir şey yok!



  17. Karga bin sene uğraşsa, o kulak tırmalayıcı sesinden kurtulamaz, açık ve anlaşılır konuşamaz. Aynı şekilde, insanlar balona binip göğe çıksa, Hz. İsa olamaz. Yani insanlar birşeyler yapmaya çalışır ama bu yaptıkları kendi yetenek ve kabiliyetleriyle sınırlıdır. İşte, vicdanı etkileyen izler de gelip geçici değildir, kalıcıdır. Çünkü vicdanın kabiliyetinin gereği budur. Bu sebeple insanlar mahkemelerden kurtulsa da vicdanlarındaki rahatsızlığı ömür boyu taşırlar.



  18. Altını değersiz birşeyle değiştirmek nasıl kabul edilemezse, sen de seviyene uygun olanlarla konuş ki maharet sahibi olduğun kavransın. Sakın bilgisiz, görgüsüz, cahil kişilerle muhatap olma yoksa, sen de ayarından düşer, cahil insan konumuna düşersin. Çünkü bu tip insanları muhatap almak da bir cehalettir.



  19. Ağyâr, yabancı; efsürde, pörsümüş anlamına geliyor.
    Şiirde, "Yabancıların eli değmiş sevgiliye gönül verme çünkü, pörsümüş, elden ele gezmiş gülde güzellik, incelik olmaz." diyor şair.
    Arkadaşlık ya da birbirini tanıma adı altında her türlü numarayı deneyen ardından da "Anlaşamadık, şekerim!" deyip, başka maceralar peşine düşen insanların dünyasına ne kadar yabancı değil mi?



  20. Çektiğim eziyet ve sıkıntının sebebini sorma. Fakat bana da 'bedava hikâyelerin satıcısı' deme. Çünkü Türkiye'de şair olanın hâli budur ki onların ömrü hapisle, sürgünle, işkenceyle geçer.
    Bu şaire herhalde şöyle demek gerek: "Kardeşim, o zaman sen de suya sabuna dokunma, aşk şiiri yaz, aşk şiiri!"




Lâedrî, Arapça bir kelimedir. Sözlükte, "bilmem, bilinmez, bilinmiyor" gibi anlamlara gelse de ıstılah (terim) manası "Yazanı belli değil." demektir. Artık şairleri unutulup darb-ı mesel (atasözü) olmuşlardır. Daha doğrusu, şiirin gücü asırları kuşatırken şairi -biraz da kültür kopukluğundan - unutulup gitmiş olur ve lâedri diye anılmaya başlanır. Bu beyitlerin pek çoğu hattatlar tarafından muhtelif istiflerle levhalar hâlinde yazılmış olup asırlar boyunca evlerin, mabetlerin ve resmî mekânların duvarlarını süsleyip durmuşlardır. (İskender Pala)